“`html
Allan Little
BBC News
Geçtiğimiz ay, ABD Başkanı Donald Trump, kendisine İsrail’in yanında İran’a saldırma olasılığı sorulduğunda “Bu kararı alabilirim. Aynı zamanda almayabilirim de. Ne yapacağıma kimse kesin olarak bilemez” şeklinde yanıt vermişti.
Trump, İran’ın müzakerelere dönmesi için iki haftalık bir süre tanıdığında, bu durumu adeta dünya gündemine taşıdı.
Fakat bu açıklamaların ardından birkaç gün içerisinde İran’a bombardıman gerçekleştirildi.
Tüm bu gelişmeler, Trump’ın karakteri ile ilgili bir gerçeği daha gözler önüne seriyor: En belirgin özelliklerinden biri, öngörülemezliği. Sürekli fikir değiştiriyor, kendi söylemleriyle çelişiyor ve tutarsızlık sergiliyor.
London School of Economics’ten uluslararası ilişkiler profesörü Peter Trubowitz, “Trump, dış politika alanında Richard Nixon’dan bu yana en merkezileşmiş siyasi karar verme mekanizmasını oluşturdu” diyor.
Trubowitz’e göre “Bu durum, siyasi kararların Trump’ın karakterine ve kişisel hatlarına daha fazla bağımlı hale gelmesine yol açıyor.”
Trump, bu öngörülemezliği siyasi bir avantaja dönüştürdü.
Bu belirsizliği, kendi stratejik ve siyasi varlığı haline getirerek, bir doktrin olarak benimsemiş durumda.
Artık bu karakter özelliği, dış politika ve güvenlik stratejilerine yön veriyor.
Söz konusu politikalar, dünya genelindeki dengeleri değiştiriyor.
Siyasi bilimciler, bu durumu “Deli Adam Teorisi” olarak adlandırıyorlar.
Bu teoriye göre, bir dünya lideri, muhaliflerini taviz vermeye zorlamak için kendisinin öngörülemez olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Başarılı bir şekilde uygulandığında, bu bir zorlama taktiği olabilir ve Trump, bunun faydalarını gördüğüne inanıyor. ABD’nin müttefiklerinin istekleri doğrultusunda yönlendirdiğini savunuyor.
Peki, bu tutum düşmanlar üzerinde de etkili olabilir mi?
Öngörülemezliğin açıkça belirgin olan karakter özelliklerine dayanması, bu yaklaşımın bir zaafı olabilir mi?
Trump, Beyaz Saray’daki ikinci dönemine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile dostluk yaparak ve müttefiklerine karşı sert söylemlerle başladı.
Kanada’nın ABD’nin 51. eyaleti olması gerektiğine dair yorumlarda bulunarak o ülkeye hakaret etti.
Müttefik Danimarka’ya bağlı Grönland’ı askeri yollarla ilhak etmeyi düşündüğünü ifade etti.
Aynı zamanda ABD’nin Panama Kanalı üzerindeki hakları tekrar elde etmesi gerektiğini savundu.
NATO sözleşmesinin 5. maddesi, bir üye ülkeye yönelik saldırıda, diğer tüm üyelerin savunmaya geçme yükümlülüğünü içermektedir.
Trump, bu taahhütle ilgili olarak da şüpheli ifadeler kullandı.
Eski İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace, “Bana göre, 5. Madde yoğun bakımda” yorumunda bulundu.
Muhafazakar Parti’den Adalet Bakanı Dominic Grieve ise, “Transatlantik ittifakı şimdilik sona ermiştir” ifadesini kullandı.
Saldırılar, Hakaretler ve Kucaklaşmalar
Beyaz Saray’dan yayılan kısa mesajlarla Trump yönetimi, Avrupa’daki müttefik ülkelerine yönelik hakaret içeren bir dil kullanıldığı ortaya çıktı.
Bir mesajında, ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, Başkan Yardımcısı JD Vance gibi isimlere, “Avrupalı beleşçilere duyduğunuz nefreti tamamen paylaşıyorum” ifadesini kullanarak devamında “Zavallılar” demiştir.
2025’in başlarında Münih’teki bir zirvede, Başkan Yardımcısı JD Vance, ABD’nin artık Avrupa’nın güvenliği adına garantör olmayacağına vurgu yaptı.
Bu durum, 80 yaşına yaklaşan NATO dayanışması açısından yeni bir döneme geçildiğini ele veriyordu.
Profesör Trubowitz, “Trump’ın yaptığı, ABD’nin uluslararası taahhütlerinin güvenilirliği hususunda ciddi şüphelerin doğmasına neden oldu.”
Trubowitz, ekliyor;
“Artık bu ülkeler, güvenlik, ekonomik ya da diğer konularda, ABD ile mutabık olduğuna inandıkları tüm konuların her an müzakereye tabi olabileceğini düşünüyorlar.”
Profesör Trubowitz’in pek çok danışmanı, öngörülemezliğin, Trump’ın Amerika’nın gücünü maksimum fayda için kullanabilmesine olanak sağladığı düşüncesinde.
“Bu, onun emlak sektöründeki müzakerelerinde elde ettiği sonuçlardan biridir.”
Trump’ın strateji ve manevraları, olumlu sonuçlar vermeye devam ediyor.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Avam Kamarası’nda, İngiltere’nin savunma ve güvenlik harcamalarını GSYİH’nin yüzde 2,3’ünden yüzde 2,5’e çıkaracağını beyan etti.
Geçtiğimiz ay gerçekleştirilen NATO zirvesinde, katkı oranı üye ülkeler için yüzde 5 hedefi olarak belirlenmesi önemli bir gelişme oldu.
Trump, Öngörülemezlik Doktrini’ni uygulayan ilk Amerikalı devlet başkanı da değildir.
Geçmişte ABD Başkanı Richard Nixon, Vietnam Savaşı sırasında benzer bir strateji izlemiştir.
Notre Dame Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler profesörü Michael Desch, Nixon’ın müzakerelerde Deli Adam Teorisi’ni kullandığını belirtiyor.
Desch, Nixon’ın bir noktada Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’a, “Kuzey Vietnamlı müzakerecilere Nixon’ın öngörülemez olduğunu ve ne yapacağını bilemeyeceğinizi söyle… İşler tamamen karmaşık hale gelmeden bir anlaşma sağlamaya çalışın “ dediğini iletiyor.
University College London’dan profesör Julie Norman, artık bir Öngörülemezlik Doktrini olduğuna inanmakta.
Norman, “Her geçen gün ne olacağını kestirmek oldukça zor. Trump’ın durumu daima bu şekilde olmuştur.”
Trump, Atlantik ötesindeki savunma anlaşmalarındaki belirsizlik konusundaki kuvvetli ününü etkili bir biçimde kullandı.
Avrupalı liderlerin, Trump’ı yanlarında tutmak için ona övgülerde bulunma gereksinimi hissettiğine dair bir izlenim doğdu.
Geçen ay Lahey’de düzenlenen NATO zirvesi, adeta bir ilişki flörtü gibiydi.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, zirve öncesi Trump’a mesajlar gönderdi ve bu mesajlar Trump tarafından kamuoyuyla paylaşıldı.
Rutte, bu mesajlardan birinde, “Tebrikler ve İran konusundaki kararlı eyleminiz için teşekkür ederim, bu oldukça etkileyiciydi.” yazarak, tüm NATO üyelerinin savunma harcamalarını GSYİH’nin yüzde 5’ine çıkarma hedefinin başarılması gerektiğini belirtti.
Trump’ın Beyaz Saray iletişim direktörü olarak görev almış Anthony Scaramucci, söz konusu mesajların Trump’taki yankısına ilişkin “Sayın Rutte, [Trump] sizi utandırmaya çalışıyordu. Gerçekten de Air Force One’da oturup gülümsemekteydi.” şeklinde yorumda bulundu.
Öngörülemezliğin Öngörülebilirliği
Trump’ın Öngörülemezlik Doktrini’nin temelindeki zayıflık, bu yapının ardında yatan motivasyon olabilir.
Bu durum, Trump’ın övgü duyma arzusuna bağlı olabilir ya da [Trump’la flört eden liderler] kısa vadeli kazanç peşindeyken uzun ve karmaşık süreçleri göz ardı ediyor olabilirler.
Eğer varsayımlar doğruysa, bu, Trump’ın düşmanlarını aldatma yeteneğini sınırlandırabilir. Zira, Trump’ın çevresindeki liderler, açıkça belirlenen karakter özelliklerine göre hareket ediyor olabilir.
Bir başka konu da, Öngörülemezlik Doktrini veya Deli Adam Teorisi’nin düşmanlar üzerinde etkili olup olamayacağı。
Oval Ofis’te Trump ve Vance’in müttefik ülke olan Ukrayna’nın Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’i azarlaması sonrasında, Zelenskiy, ABD’ye maden kaynaklarını işletmesi için kârlı sözleşmeler vermeyi kabul etti.
Vladimir Putin’in, Trump’ın cazibesine veya tehditlerine pek aldırmadığı görülmektedir.
Temmuz ayının başında gerçekleştirilen bir telefon görüşmesinin ardından, Trump, Putin’in Ukrayna’ya karşı savaşı sona erdirmeye yanaşmamasından ötürü “hayal kırıklığına uğradığını” ifade etti.
Peki, İran ne durumda?
Trump, seçmenlerine, ABD’nin Ortadoğu’daki “sonsuz savaşlara” katılmayacağını vaat etti.
İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırı kararı, belki de ikinci dönemindeki en öngörülemez politika tercihi olarak değerlendirilmekte.
Asıl soru, bu kararın beklenen etkiyi yaratıp yaratmayacağıdır.
Eski İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, bunun tam ters bir etki yapacağını, yani İran’ın nükleer silah edinme ihtimalini azaltmak yerine artıracağını savunuyor.
Profesör Desch de aynı kanıda:
“İran’ın nükleer silah geliştirme kararı alması artık oldukça olasıdır.”
“Onlar, yalanlarla süreci tamamlayarak, nükleer test yapmak için her şeylerini ortaya koymaktan çekinmeyeceklerdir.”
“ABD ile düşman olan ve potansiyel rejim değişimi tehdidi altındaki diktatörler, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi’nin sonlarından ders alıyorlar.”
“Dolayısıyla, İranlılar umutsuz bir şekilde etkili bir caydırıcılığa ihtiyaç duyacaklar ve olumsuz bir örnek olarak Saddam ile Kaddafi’yi, olumlu bir örnek olarak da Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’u örnek alacaklar.”
Güney Florida Üniversitesi’nde siyaset profesörü ve “İran’ın Yükselişi ve Ortadoğu’da ABD ile Rekabet” kitabının yazarı Mohsen Milani, olası senaryolar arasında İslam Cumhuriyeti’nin güçleneceğini öne sürmekte.
Milani, “1980’de Saddam Hüseyin, İran’a saldırdığında amacı İslam Cumhuriyeti’ni yok etmekti. Ancak tam tersi bir sonuç doğdu.”
“İsrail ve Amerika’nın hesabı da bundandı. En üst düzeydekileri devirdiğimizde, İran hızla teslim olur ya da bütün sistemi çöker düşüncesindeydiler.”
Gelecekte, öngörülemezlik düşmanlar üzerinde etkili olmayabilir. Müttefikler arasında bu etkinin devam ettirileceği de belirsiz.
Her ne kadar mümkünsüzlük mevcut olsa da, büyük ölçüde ani tepkilere dayalı bir süreçten kaynaklanıyor olabilir.
Ve bu, ABD’nin güvenilir bir arabulucu olarak algılanmamasına yol açabilir.
Profesör Norman, “Eğer insanlar müzakerelerde ABD’ye güvenemezse, savunma ve güvenlik alanında yanlarında duracağından emin olamazlarsa, ABD ile iş yapmak istemeyeceklerdir.”
Norman, “Dolayısıyla, MAGA [‘Amerika’yı Yeniden Yücelt’] dünyasında birçok kişinin istediği izolasyonun ters etki yapacağını” belirtiyor.
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, Avrupa’nın artık ABD’den bağımsız hareket etmesi gerektiğine vurgu yaptı.
Profesör Trubowitz, “Başbakan’ın yorumunun önemi, ABD’nin stratejik önceliklerinin değişmekte olduğunu kabul etmesidir.”
“Yani Trump’tan önceki döneme dönmelerine mümkün değil. Avrupa’nın operasyonel olarak daha bağımsız hale gelmesi gerekecek.”
Profesör Desch, Avrupa ülkelerinin savunma sanayilerini büyük ölçüde güçlendirmeleri ve şu anda yalnızca ABD’nin erişimine sahip olduğu ekipmanları edinmeleri gerektiğini belirtiyor.
Desch, Avrupalıların geliştirilmiş istihbarata yönelik çoğu yeteneğin ABD tarafından sağlandığını hatırlatıyor:
“Eğer Avrupa, kendi başına hareket etmek zorunda kalırsa, bağımsız silah üretim kapasitesini artırmak zorunda kalacaktır.”
“İnsan gücü de bir sorun olmalıdır. Batı Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu insan gücünü değerlendirmek için Polonya’ya bakılması gerekiyor.”
Tüm bunların hayata geçirilmesi, yıllar alabilir.
‘Çin, Rusya’dan Daha Büyük Bir Sorun’
Peki, Avrupalılar gerçekten de Trump’ın öngörülemezliğinden korkarak, Soğuk Savaş sonrası Batı dünyasının güvenlik mimarisinde en büyük değişikliğe mi yöneliyor?
Profesör Trubowitz, “Bu katkıda bulundu” derken,
“Ancak daha da derin bir mesele var: Trump, ABD’deki siyasetin değiştiğini ve önceliklerin yeniden belirlendiğini gösterdi. MAGA koalisyonu için Çin, Rusya’dan daha büyük bir sorun teşkil ediyor. Bu, Avrupalılar için geçerli olmayabilir.”
Profesör Milani, Trump’ın, küresel düzende Amerikan gücünü yeniden inşa etmeye çalıştığını vurguluyor.
“İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzeni değiştirmesi pek olası değil. [Trump], Amerika’nın bu düzendeki pozisyonunu sağlamlaştırmak istiyor, zira Çin, bununla meydan okuyor.”
Tüm bu durum, ABD ve Avrupa’nın karşılaştığı güvenlik ve savunma zorunluluklarının farklılaşması anlamına geliyor.
Avrupalı müttefikler, Trump’ı övmek ve gerçek politik değişiklikler gerçekleştirerek onu yanlarında tutmayı başarmış görünüyor; zira Trump, son NATO zirvesinde 5. maddeye sadakatini yinelemişti.
Fakat öngörülemezlik, bunun her zaman garanti edilmediği anlamına da geliyor.
Avrupalılar, ABD’nin savunma taahhüdünün her zaman yerine getirileceğine güvenemeyeceklerini kabullenmiş gibi görünüyorlar.
Bu açıdan, Öngörülemezlik Doktrini, Trump’ın gerçek kişilik özellikleri ve siyasi tercihleri ile şekillenen bilinçli bir tercih olabilir; yine de, en azından bazıları üzerinde etkisi görülmektedir.
“`